“Ben yeniyim eski mantık olamam Elbette kenara yazarlar beni. Ben beni kendimde arar bulamam O zaman haklıca ezerler beni.
Ben kolu bağlıysam sakın çözmeyin Ben şifa istersem ilaç ezmeyin Beni kalbe yazın taşa yazmayın Taşta değer yoktur kazarlar beni.
Ben kendime yok dedimse çok benim Eğer kendim çok gördümse yok benim Ben beni bildimse enelhak benim Nesimi misâli yüzerler beni.
Ben Reyhani eli sazlı kalayım Ölene dek ağzı sözlü kalayım Bana dokunmayın gizli kalayım Zaman böyle kalmaz sezerler beni.”
Aşık Yaşar REYHANİ
Evet işte, Aşık Yaşar Reyhani böyle diyor bir şiirinde…
“Bana dokunmayın gizli kalayım / Zaman böyle kalmaz sezerler beni”
Bu çalışmamızda Aşık Yaşar Reyhani’yi sezmeye çalışacak; aslında, apaçık ortada olan edebi kimliğinden ve kendine-dünyaya-olaylara bakış açısından bir buketi alıp, sunmaya gayret edeceğiz.
Erzurum / Hasankale / Alvar Köyü’ nde 1932 yılında Dünyaya gözlerini açan aşığımız, 2006 yılının son ayına kadar süren hayat serüveninde; (komşu kızı Hatun’un aile zoruyla köyden birisiyle evlenip bir yıl sonra öldüğü günlerde başlayan ;) bir sancı, bir ağrı, bir içten içe kaynayış, kabına sığmayış Hakk’a yürüdüğü güne kadar devam etmiştir.
O sancı, o gönül dağından kopan çığ, 1960’ lara geldiğinde; Yaşar Yılmaz olan nüfustaki ismini yargı kararıyla, ustası Bayburtlu Hicrani tarafından verilen Reyhani ismine çevirmiştir.
Anadolu aşıkları, “aşık kahvehaneleri-kahveleri” nde gençlik yıllarını geçirir, adeta bir okul olan bu mekânlarda, ustalarla buluşur, onlardan etkilenir, gönül yamaçlarına kökü bir ömür çıkmayacak fidanlar dikerdi. Reyhani de çocukluk döneminde, aşığı bol, sazı coşkulu, sözü etkili o gönül sohbetlerinin yapıldığı kahvehanelerden hız ve ilham almıştır.
Köyünden Erzurum’ a 1953 yılında göç eden Reyhani, iki yıl sonra gittiği Etimesgut’ ta yaptığı askerlik görevinden sonra da, 20 yaşında evlendiği Rabia Abla’mız ve 7 çocuğuna, Aşık Sarıcakız (İlkin Manya) ’a rağmen, hep bir arayış içinde olmuş, zamanı aşmaya, toplumun ve bireylerin önünde gitmeye çalışmıştır. Toplumsal çalkantılara ilişkin nasihat ve yergilerini bir kenara bırakacak olursak, Reyhani’yi bana göre asıl Reyhani yapan, tasavvufi söylemleridir. Kabukta öze inip, özün içinde bal toplayan arı benzeri çalışmasıdır. En acımasız hiciv şiirlerinde, genellikle ismini tapşıracağı zaman, kendine dönüşü yaşamış ve muhakkak özün özüne şimşek edasıyla dalabilmiş az bulunan bir aşığımızdır Reyhani… Kendine dönüş, kendi iç girdaplarına aynalar dizmektir. O aynada, kendini temaşa etmektir. Bir’ de sonsuzu, sonsuz da tek’i hissedebilmektir. Reyhani bunu başarmıştır işte… Fakat, arayış, içinin sonsuz ovalarında yürüyüş, son nefese kadar devam etmiş; bu arayış sırasında, zaman zaman ümitsizliğe düştüğü de olmuştur. Nitekim,“Vay” başlıklı şiirinde diyor ki:
Evet dostlar, Reyhani kendini ne kadar gizlerse gizlesin, 3 kıtalık “Şimdi” şiirinin 2 kıtasında;
“Vazgeç gafil göremezsin içimi Sen kendinle kıyas etme suçumu Doğuştan simsiyah olan saçımı Söyle kim boyadı beyaza şimdi
Reyhani’yim geçti ömrüm saz ile Gıda aldık hayâldeki haz ile Bir ömür devrettik cilve naz ile Naz bitti çevrildik niyaza şimdi”
Diyerek, işte bize seslenmekte, “içimi göremezsin” derken de içini anlatmaktadır. Hayâldeki haz’ dan gıda alıp, bir ömrü cilve naz ile devretmesinde kendinde kendini arayış vardır. Cilve, naz da Yüce Yaradan ile kendisi, gönül dili arasında geçen; sonucu kara toprak, birkaç mertek, bir taşla biten hoşça bir alışveriştir. Bu arayışını kadim bir dost gibi bağrına bastığı sazının telleri arasında sürdürmüştür. Baştanbaşa cinasla dolu olan “Ağlarım” şiirinde;
“Müzik bilmez nota bilmez es giden Modacılar hoşlanmazlar eskiden Sırma saçlı bir genç idim eskiden Eyvah çıktı saçımdaki aklarım”
Diyerek, saz ve müzik konusunda düşüncelerini dile getirmiştir. “Cümlesine yardım eyle Yaradan/Türkü yazdım sevdiceğim yaradan/Kurtulamam ben bu dertten yaradan/Onun için gece gündüz ağlarım” şeklinde seslenmiştir. Kökü mazide olan bir atidir Reyhani. Nota bilmez ama, türkülerin nabzını tutuşturur… Türkü çığırır… Yanar, yıkılır da; en güzel beste olup çıkıverir mızrabın çilesi…
Yaradan’a çok sayıda seslenişi arasında bir “talebi” de bulunuyor Reyhani’ nin. Diyor ki:
“Birgün olup okununca cümlesi âşıkların / Yunusların arasında eyleme kayıp beni”
Evet işte bu… Hedef bu… Yunusların arasında kaybolmamak… Evet, reyhani Yunuslardan birisi olabilmek için, hayatı boyunca ben de varım deyip “benlik-enaniyet” gömleğini sırtına giyip meydanlara çıkmamıştır. Arada bir, Kültür Bakanlığı’ nın onca ozan arasında yalnızca” iki ozana maaş bağlanması” na serzenişte bulunsa da; ağır başlı, efendi, saygın, oturduğu kalktığı bilinen, doğruların yanında ve kendi tutarlı doğrultusunda yürümüş bir aşığımızdır. “Ruhsuzlara ninni çaldık uyuttuk” dediği“Yürüdük” şiirinin son iki mısraında “ Kenardan köşeden fotoğraf çektik / Orta yerde görülmeden yürüdük” demiş ve alkışa, övgüye, madalyaya, sertifikaya ve derecelere aldırmadan nasıl bir yürüyüş sergilediğini, ne de güzel dile getirmiştir.
Bakın şu üç kıtalık şiirinde “aşkı yazıyorum derken meğer kendimi yazmışım, bir yudum su koymamışım bendime” diyerek, dünyadan, mal-mülk-şan-para istemeden yürüyüşünde kendine bir de habersizce gaflet kuyusu” kazdığını ifade ediyor. Diyor ki:
“Haberim Yok
Yıllarca kendimi dalgıç zannettim Karada yüzmüşüm hiç haberim yok. Gönül ipliğine düğüm vurmadan Hayâller dizmişim hiç haberim yok.
Bir yudum su koşmamışım bendime Sadakat etmişim kuru andıma Gaflet kuyusunu kendi kendime Derine kazmışım hiç haberim yok.
Aşık Reyhani’yim ah efendim ah Hayâl beni etmiş yurtsuz padişah Aşkı yazıyorum sanmışım eyvah Ben beni yazmışım hiç haberim yok.”
Haberi gerçekten de yok muydu? Bence, haberi vardı. İstemedi. Onun yerinde başkaları olsaydı, avazesiyle, bencil tavır ve hareketiyle ortalığı kasıp kavururdu. Asla şımarmadı… Her şeyin, olayların, zerreden küreye, damladan ummana her oluşumun farkındaydı. Kendi kaderini kendisi çize çize gitti. Öylesine zeki bir insandı ki, sanat olsun diye sanat yapmazdı. Bakınız onun en yakınında bulunmuş kıymetli Hocamız Rasim Köroğlu, Güllük e- Dergimizin Ocak 2007 sayısında şunları söylüyor:“ Hayatımda bire bir tanıdığım en zeki insandı diyebilirim. Engin sezgisi vardı. Âşıklık geleneğindeki usta çırak ilişkisinden nasibini almış, o keskin zekâsı ile tecrübelerini birleştirebilmiş” kıymetli bir ozanımızdı.
Aşığımızı ilk kez Rasim Köroğlu Hocamızın evinde görmüş, tanışmıştım. O ilk karşılaşmamızda da bende bıraktığı ilk intiba, “hasta-yorgun ve ilerlemiş yaşına karşılık müthiş-kıvrak bir zekaya sahip” olmasıydı. Köroğlu Hocamız aynı yazısında: “ Her şeyden önce Reyhani bir üslup yaratmıştı. Onun şiirleri altında imzası olmadan sahibi bilinebilecek bir dille söylenmişti. Şiirlerinin; yapısı sağlam, sanat yönünden zengin, verdiği mesajlar açık, konularını halktan alan bir özelliğe sahipti. Âşık edebiyatı nazım şekillerinden ve türlerinden hemen hepsine ait örnekler vermişti. Her nazım şeklini ustalıkla kullanır, dolu dolu söylerdi. Elbette ki şiir söylerken sanat yapma kaygısıyla hareket etmezdi. Belki de birçok söz ve ses sanatının, anlamla ilgili sanatların adını bile bilmezdi. Fakat O’na Hakk’tan verilen o yetenek öyle söyletiyordu.” Demektedir.
Dili, Anadolu insanının konuştuğu arı-duru Türkçe’ dir. Halktan kopuk bir ozan değildir. Halkın dili, dili- yüreği, yüreği olmuştur.
Kendi iç arayışlarında halka vereceği mesajları eğip bükmeden vermiştir. Bazen arada bir kapalı olmaya çalışmışsa da dayanamamış, kendi sırrını kendi diliyle ortaya dökmüş, coşkun bir yürekti… Mesaj yüklü tasavvufi dizeleri, “ölüm” ün korkunçluğuyla kara bulutlarla yoğrulmamış, hoşça bakmış her iki âleme de… Bu hoşluktan akarsular benzeri çağlayan bir üslup ortaya çıkmış, vezne ve kafiyeye hakim bir içli türkü yağmuru yağdırmıştır mısralarına… Şiirlerinin mimarisi, şiirin konusuyla el ele vermiştir. “Ey Ruzigâr” da uzun, yatay giden bir rüzgârı, “Erzurumlu Gelin” de, elleri tezek kokan bir Anadolu gelinini görür, bilir, tanış olursunuz… Şiirlerinin 3 ve 4. mısraları “ballar balı” nı bulmuş, “kovanım yağma olsun” diyen bir eda içindedir. Her iki mısra birbiriyle bütünleşerek, konunun can damarını haykırmıştır. Havada, boşlukta sallanan tek bir mısraya rastlamazsınız.
O; sade bir “saz şairi” değil, eserleriyle Türk Halk şiirine katkılar koyan, “halk şiiri bitti” diyenlere inat, halk şiirinin derin, anlamlı ve akıcı örneklerini sunan coşkun bir ozanıydı.
Mustafa Ceylan
(c) Bu eserin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Eserin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.