-Diyalojik Şiir İnancın Yıkılışı ve Umudun Yeniden İnşası • Nazım, umutla dolu, toplumcu gerçekçilikten gelen güçlü ses. • Eliot, modernist bir yıkımın içinden konuşur, parçalanmışlık ve dini arayışlarla.
I. Perde: Küller Üzerinde Tanrıya Sorular
Sahne: Tavanı çökmüş bir kütüphane,kitaplar yanmış, ikisi de farklı köşelerden yıkıntıları toplarken karşılaşır.Bir masa, iki sandalye… ama sandalyeler birbirine sırt çevirmiş.Pencerenin dışında suskun , eski bir kilise çanı.Kitapların içinden rüzgar geçiyor.
(Nazım girer. Üzerinde uzun siyah bir pardösü, cebinden eski bir manifesto çıkarmış. Gözleri çakmak çakmak. Masanın bir ucuna geçer.)
Nazım:
Ben geldim, sapanı kırılmış çocukların gözünden geldim. Ağaçsız şehirlerde yandım ben, ve yine de umutla kalktım ayağa. Sen neyle geldin Eliot?
(Eliot girer. Sesi kısık, ama cümleleri nehir gibi. Üzerinde gri bir takım elbise, koltuğunun altında bir İncil ve “Çorak Ülke”)
Eliot:
Ben sustum Nazım. Tanrıyı bekledim tren istasyonlarında, ve gelmedi. Siz devrimle konuşuyordunuz, ben dua edip yankısını dinliyordum. Biliyor musun, bazen umut da bir tür inkâr.
Nazım:
Senin Tanrın suskunmuş dostum, benim Tanrım işçilerin ellerinde konuşur. Sana külleri bırakmış, bize ateşi.
Eliot:
Ama o ateş hep bir şeyleri yaktı, değil mi? Ve sonra küllerde ayak izleri kalmadı. Ben o izlerin peşindeyim, sen hâlâ yürüyor musun o yolda?
(Kütüphanenin ortasında bir kitap kendiliğinden yere düşer. Toz kalkar. İkisi de susar bir an.)
Nazım:
Ben yürürüm Eliot, çünkü hâlâ çocuklar var rüyalarımı uyanık tutan. Ve senin sessizliğine rağmen, şiir hâlâ bir işçiliktir benim için.
Eliot:
Ve senin sesine rağmen, şiir hâlâ bir suskunluk da olabilir.
(İkisi de masaya oturur ama göz göze gelmezler. Rüzgar bir şiir mırıldanır boşlukta. Çan hâlâ çalmaz.)
Eliot:
O zaman karar verelim Nazım, şiir nedir?
Nazım:
Bir dünya kurmaktır. İçinde ekmek olan, ağaç olan, insan olan.
Eliot:
Bir dünya yıkmaktır bazen. Çünkü Tanrı bile yedinci gün susmadı mı zaten?
(Sahne kararır. Bir kadının ayak sesleri duyulur uzaktan. İkinci perdeye geçmeden önce, çan nihayet çalar.)
II. Perde: Zamanın Mahkûmları
Sahne:
Terk edilmiş bir saat atölyesi. Duvarlar boyunca durmuş saatler, bazılarının camı çatlamış. Zeminde kum dolu bir kum saati devrilmiş, camı kırık. Arka fonda arızalı bir metronom tık tık tık… ama ölçüsüz.
(Eliot, sahnenin ortasında duruyor. Ceketini çıkarmış, kravatı gevşek. Elinde küçük bir cep saati. Nazım yok. Henüz.)
Eliot:
Zaman... bir intikam biçimi mi Tanrı’nın, yoksa yalnızca hafızanın cehennemi mi? Ben kırık aynalara baktım, her saat farklı bir ölüm söyledi.
(Nazım yavaşça girer. Yüzünde bir yorgunluk, ama gözleri hâlâ inatla canlı. Elinde bir kâğıt, üzerine yazılmış ama okunmamış dizeler var.)
Nazım:
Zaman, Eliot… o bizim değil. Ama biz ona şiirle çentik attık, harflerle yaraladık duvarlarını. Ve her yara bir devrim oldu.
Eliot:
Sen zamana karşı yürüdün Nazım, ama ben zamanın içinde çürümeyi seçtim. Çünkü bazen çürüme de bir tanıklıktır. Sessizlik bir tanıklık. Çaresizlik bir dil.
Nazım:
Senin sessizliğin bekleyen bir Tanrı’ya, benim sözüm düşen bir çocuğa. Sen anlamı parçalara ayırdın, ben onu kalabalıklarla kurdum.
(Metronom aniden durur. Salonda bir yankı olur, saatlerden biri çatırdayarak düşer.)
Eliot:
Senin kalabalıkların elleriyle zamanı döverken, ben tek başıma bir istasyonda geleceği bekliyordum. Ama gelmedi. O yüzden şiirim geri doğru yürür şimdi.
Nazım:
Ben ileri dedim, her zaman ileri. Senin istasyonlarında durmuş her saati tek tek elimle kurmak isterim. Bir gün belki sen de o yürüyüşe katılırsın.
(Eliot bir süre susar. Sonra cebindeki saati açar. İçinden bir şiir düşer, Nazım eğilir, alır, okur ; “En zalim aydır Nisan “)
Nazım:
Acı aylar yok bizde, biz bütün ayları kucakladık. Ama şimdi anlıyorum, acının da bir öğretisi var.
Eliot:
Ve anlıyorum, umudun da bir sessizliği. Belki biz, birbirimizin eksik dizesiyiz.
(Bir ses duyulur: Dışarıda işçiler slogan atıyor. Ardından bir kilise çanı, bu kez yavaşça çalmaya başlar.)
Nazım:
Duyuyor musun? Sokağın sesi… yani şiirin aslı.
Eliot:
Ve ben hâlâ içimdeki çanı arıyorum.
(Perde kapanmadan hemen önce, ışıklar sönmek üzereyken… Salonda sessizlik hâkim. Nazım derin bir iç çekmiştir. Eliot gözlüklerini çıkarır. Ve işte o anda ,Sahnenin uzak ucundan, çıplak ayak sesleri yaklaşır.) Tık... tık... tık... Zemine değen zaman gibi. Ne hızlı, ne yavaş. Unutulmuş bir melodi gibi ritmik.
Eliot (ürkerek):
Kim geliyor? Yoksa "gelecek" mi nihayet cisim buldu?
Nazım (fısıldar, kendine):
Ben bu sesi… ...Piraye’nin yürürken çıkardığı sesi tanırım, Ama o yıllar önce gitmişti. Yoksa döndü mü?
(Karanlığın içinden bir kadın çıkar. Elbisesi gece kadar siyah, sesi ise su gibi.)
Kadın:
Beni tanımıyorsunuz. Ben sizin hiçbir şiirinizde yokum, Ama her dizede nefesim var. Biriniz beni susturdunuz harflerle, Diğeriniz ise taşırdınız dizelerin sırtında İkiniz de beni yarattınız.
(Kadın elini uzatır. Nazım’a değil, Eliot’a değil… boşluğa. Belki seyirciye.)
Bir mahkemenin hakikatle ne ilgisi olur? Ben tanığım Ama bana yemin ettirecek bir Tanrı yok artık. Sadece siz varsınız. Ve siz bile yok olmak üzeresiniz.
(Işık kadının yüzüne düşer. Ne genç, ne yaşlı. Ne güzel, ne çirkin. Sadece "var". Belki de hiçbir zaman olmamış.)
Ben konuşursam, mahkeme dağılır. Ama hâlâ susmamı istiyorsunuz..
(Kadın uzaklaşır. Ayak sesleri tekrar başlar. Bu kez daha derin, daha yankılı.) Tık... tık... tık... (Işık kararır.)
3. Perde: Felsefelerin Çarpışması
Sahne: Terk edilmiş mahkeme salonunda iki sandalye. Birinde Nazım Hikmet, ötekinde T.S. Eliot. Aralarında masaya benzeyen bir taş blok. Üstünde ne kalem, ne kâğıt var. Sadece bir kırık saate benzeyen, zamanı durmuş bir nesne.
Nazım (ayağa kalkar):
Ben halkın sesiyim Eliot. İçinde ter, sevda, ekmek olan şiiri yazdım. Yoksulun uykusuna düşen rüyayım. Sen neyin sesisin?
Eliot (başını çevirir, sessizce):
Ben kırık bir dünyanın yankısıyım. Küller içinden konuşan dilim. Ruhun boşluğunu anlatırım, çünkü anlam bazen sadece susmakta doğar.
Nazım:
Ama susmak yetmez! İnsan ayağa kalkmalı. Yani şiir sadece acıyı söylememeli, onu dönüştürmeli.
Eliot:
Ve ben derim ki: Dönüştürmek için önce anlamak gerek. Bir şiir, bağırmadan da değiştirebilir. İçindeki boşluğu göstererek… Çünkü bazen yalnızlık, devrimden daha çok sarsar insanı.
Nazım (yumruğunu masaya indirir):
Yalnızlık mı? Ben zindanlarda yazdım, dört duvar arasında! Ama hiçbir zaman yalnızlıkla övünmedim. Şiiri bir halk kürsüsü yaptım, aşkı bile kolektif sevdim!
Eliot (soğukkanlılıkla):
Ve ben kalabalıklarda bile yalnızdım. Şiir benim mahremim, bir iç çekiş, tarihin sessiz yerlerinden gelen bir sızı.
Nazım:
Ama hayat sokakta Eliot! Çocuğun açlığı, kadının gözyaşı! Sen o anlara ne zaman dokundun? Umuttur şiir! Bazen şiir, bir savaş narasıdır! Şiir , savaşta ölen bir “Kız Çocuğu”dur.
Eliot:
Ve aynı şiir, bir mezar taşındaki fısıltı da olabilir. Her şey bağırmak değildir Nazım. Bazen insan en çok sustuğunda anlaşılır.
(İkisi de sessizleşir. Saat tik-tak yapmaz.Eliot elini kırık saate koyar.)
Eliot:
Zamanı biz durduramayız. Ama zamanı anlayabiliriz.
Nazım (yaklaşır):
Ben zamanı kırarım. Yıkarım onu, yeniden kurarım. Çünkü geleceği yazan, onu reddedenlerdir.
Eliot (gözleri dolar ama sesi sabittir):
Ve geçmişi bilmeyen, geleceği kör bir aynada arar.
Nazım (fısıltıyla):
Senin şiirin karanlıkta bir dua. Benimki dev bir yürüyüş.
Eliot:
Ve belki de o yürüyüş, bir gün benim dualarımın içinden geçecek.
(İkisi de aynı anda susar.Sahne yavaşça kararır.Ne galip var, ne mağlup.Sadece şiirin iki yüzü,iki ayrı ses.)
4. Perde: Tanığın Girişi: Şairin Okuyucusu
Sahne: Mahkeme salonu bomboş. Yerde sadece bir kitap kalmış. Kapak açılmış, içinden rüzgar geçiyor gibi. Sahne tozlu, ışık loş. Ama ortada bir sandalyede Eliot oturmakta. Karşısında bir okuyucu, yüzü görünmez bir figür: Adı sadece "Tanık."
Eliot:
Sen kimsin? Hakim misin, cellat mı? Yoksa bir eski sevgili misin, dizelerime dokunmuş?
Tanık :
Ben senin kelimelerinin içinden yürüyenim. Ne yazdığını değil, neyi sakladığını okudum. Sen gölgeleri dizdin, ben o gölgelerde kendi çocukluğumu buldum.
Eliot (başını eğer):
Ben sadece susarak yazdım. Sessizliğin harflerini döktüm kağıda. Ama sustuğum yerlerden hep kan sızdı, Harflerin içindeki boşluğu hisseden var mı?
Tanık:
İşte , o kanı ben temizledim. Ve senin kelimelerin bana bir dünya sundu. O dünyada kaybolmadım, terkedilmedim, geriye dönüp bakarak öğrendim. Her dizen bana bir adım oldu.
(Sahneye birden Nazım girer. Yorgun, ama kararlıdır. Gözleri Tanık’ta.)
Nazım:
Sen de okudun mu beni? Beni seveni, mahkum eden şiirleri? Oysa ben bir devrimden fazla, bir öpücükten eksik miydim?
Tanık:
Senin şiirlerin bir yangındı. Ama her yangında bir umut vardı, her kıvılcımda bir sevda… Ve ben o kıvılcımlar arasında kendimi buldum.
Eliot (fısıltıyla):
Belki de şiir, şairin yazdığı değil, okuyucunun sustuğudur. Belki de şiir, yazanın değil, okuyanındır. Bazen sessizlikte en çok anlamı bulur insan.
Tanık (yaklaşır, ikisinin ortasına):
Ben sizin mahkemenize tanık olmadım. Ama ben sizin kelimelerinizle büyüdüm. Bir kitabı ilk açtığımda, bütün hayatım değişti.
(Sahne kararır.Ama bir ışık, kitabın üzerine düşer.Kitabın kapağında tek bir kelime yazar:"Şiir")
Tanık :
Ve ben hâlâ o kitabın içindeyim. Çünkü şiir bitmez, Sadece susar , Bir şair ölürse. Sonra yeni bir şair başlar bırakılan yerden yazmaya.
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.