Baharın ilk günleriydi. İlkokul öğretmenimden bir hediye almıştım. Paketi açınca içinde kahverengi kapaklı bir hatıra defteri gördüm. Hızla ilk sayfasını çevirdim. “Değerli öğrencim Osman” diye başlayan hitabın arkasında bir öğretmenin öğrencisi için yazabileceği en güzel cümleleri okurken gözlerim doluyor, sesim titriyordu. “Gönlünce yaşantıların olsun” dileğiyle biten yazının altında “öğretmenin Ümran YARAŞ 23 Mart 1968” yazıyordu. Bu tarih bu şiir kitabının, Delinin Dili’nin, doğum günüdür.
İşte ben şiirle o günlerde tanıştım. O küçük deftere arkadaşlarım büyük cümleler yazdılar. Katıksız, sımsıcak o cümleleri arada bir okuyorum. Sayfaları çevirdikçe yaşım birden on altıya iniyor hem kendimi hem arkadaşlarımı görüyorum. Konuşmasalar da benimle dargın da değiller, gözlerinin içi gülüyor, bana ne söyleyeceklerini biliyorum
Arkadaşlarımın yazdıklarından ipler kopunca nasıl bağlayacağımı, söyleyecek sözüm kalmayınca nasıl ağlayacağımı öğrendim. Dostlarımı yılda birkaç kez değil, günde bin kez anmayı, anarken yanmayı ve inanmayı öğrendim. Şiir bana bülbülü dinlemeyi, seherde inlemeyi, çiçeği koklamayı; ateşi yakmayı, sel olup akmayı öğretti. Şiir bana feryatları duymayı, yalanı sokak ortasında çırılçıplak soymayı ve taşı gediğine koymayı öğretti.
Delinin Dili’ndeki şiirlerin büyük bir bölümü Almanya’nın Tübingen şehrinde yazıldı. Yanımda bir öğretmen arkadaşım, bir can dostum vardı. Bu dost Erzincanlı Av. Ercan ERDEN’ di. Elimizde sazımız dilimizde sözümüzle yürekleri ellerinde yeleleri alev yan yana yürüyen iki aslandık. Yorulunca ağaca değil birbirimize yaslanırdık, birimiz ağlayınca ikimiz ıslanırdık. Yıldızsız gecelerde beraber yorduk yokuşları, seher vakti beraber uçurduk avucumuzdan kuşları. Hikâyemiz anlatmakla, yazmakla bitmez ki velhasıl Ercan için ne desem yetmez ki…