Yukarıdaki mahlaslar, Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim ve Safevi Hükümdarı Şah İsmail’e aittir. Osmanlı padişahları ve şehzadelerinin önemli bir kısmı şairdi. Değişik adlar kullanarak şiirler yazarlardı. Kullandıkları bu takma adlara da “Mahlas” denirdi. Aynı şekilde Safevi Hükümdarı Şah İsmail de şairdi ve şiirlerinde “Hatayi” mahlasını kullanırdı.
Fatih Sultan Mehmet’in Avni, II. Beyazıt’ın Adli, Genç Osman’ın Farisi, IV. Murat’ın Muradi, III. Selim’in İlhami mahlaslarıyla şiirler yazdıkları bilinmektedir.
Tarihler ve tarihçiler; gelişen olayları ve ekranda görünenleri resmederler. Bir fotoğrafçı edasıyla anı geleceğe taşırlar. Ne yazık ki bize öğretilen tarihlerde çoğu kez olayların sadece olumlu yönleri kuşaklara aktarıldı. Tarih yazıcılar, fotoğrafı resmedeceklerine ressamlığa soyunup süslemeler yaptılar. Bu durum, tarihin objektif olarak algılanmasına gölge düşürdü. Osmanlı Devleti ve halının çoğunluğu Türk kökenli idi. Aynı şekilde Safevi Devleti halkı da Türk’tü. Her iki halk, tarih boyunca birbirine düşman olarak belletildi. İnanç farklılıkları toplumları birbirine düşüren etken olarak algılandı.
Bu sadece bizim ülkemizde değil, bütün dünyada böyle oldu. Ancak, demokratik kültür geliştikçe birçok ülkede tarihi olaylarla yüzleşme ve tarihten ders çıkarma konusunda irade belirdi. Umarım bizim ülkemizde de bu irade gereği gibi belirir ve yeni kuşaklar objektif tarih anlayışıyla yetiştirilirler. İnanç farklılıkları nedeniyle düşmanlıklar sona erer.
Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail’in mücadelesini ve 1514’teki Çaldıran Savaşı’nı hatırlayın... Her iki hükümdar ve teb’aları aynı milletin mensubu, yani Türk idiler; aralarında ufak lehçe farkları olan aynı dili konuşuyorlardı, Ancak Yavuz Selim şiirde Farsça’yı tercih ederken Şah İsmail;
“Şâhın bahçesinde men garip bülbül Efkârım artmakta hâlim pek müşkül Koparmadım asla kokladım bir gül Kâfir oldum ise imana geldim” misali nefis Türkçe şiirler söylüyordu.
Bugün elimizde bulunan “Hatayî” mahlâsı ile yazılmış şiirler hakikaten Şah İsmail’e ait ise, Safevî Devleti’nin kurucusu olan bu hükümdar, aynı zamanda Türk Edebiyatı’nın da zirve isimlerinden biri demektir. Ama hem mezhep hem de dış politikadaki farklılıklar, Osmanlılar ile Şah İsmail’in Safevî Devleti’ni can düşmanı yaptı. Sonuçta aynı milletin mensubu olan ve aynı dili konuşan iki devletin orduları 1514’de Çaldıran’da karşı karşıya geldiler ve Yavuz Selim’in askerleri Şah İsmail’in başkenti Tebriz’e kadar ilerledi.
Şah İsmail’i biraz tanıyalım.
Şah İsmail. 17 Temmuz 1487’de Azerbaycan Erdebil’de doğdu, 23 Mayıs 1524’te burada öldü. Azerbaycan ve İran’da hüküm süren Safevi Hanedanı’nın kurucusu. Uzun yıllar tarikat eğitimi gördü. 14 yaşında Safeviler’in önderi olarak babasının yerini aldı. Ordusunu hızla büyüttü, bölgenin büyük bölümünü hâkimiyetine aldı. 1514’te Çaldıran Ovası’da Yavuz Sultan Selim komutasındaki Osmanlı Ordusu’na yenildi. Haremi ve hazinesini bırakıp kaçtı. Bugünkü Gürcistan topraklarında yaşayan aşiretleri egemenliğine alarak tekrar güçlendi. Safeviler ve Osmanlı arasındaki çekişme 100 yılı aşkın sürdü. Hatayî mahlasıyla şiir de yazan Şah İsmail, Nesimî’nin etkisindedir. Sade bir dil kullanmış ve hece vezniyle şiirler yazmıştır. Aruzla yazılmış ve Arapça Farsça şiirlerinden oluşan Hatayî Divanı da seçkin bir örnektir. 16. Yüzyılın en önemli şairlerinden biri olarak gösterilir. Mesnevi türünde Dehname ve Nasihatname adlı iki eseri daha vardır.
Şu şiirlerindeki akıcı Türkçeye bakar mısınız?
Hu Diyelim Gerçeklerin Demine
Hu diyelim gerçeklerin demine Gerçeklerin demi nurdan sayılır On iki’mam katarına uyanlar Muhammed Ali’ye yardan sayılır
Üç gün olur şu dünyanın safası Safasından artık imiş cafası Gerçek erenlerin nutku nefesi Biri kırktır kırkı birden sayılır
İhlas ile gelen bu yoldan dönmez Dost olan dostuna ikilik sanmaz Eri Hak görmiyen Hakk’ı da görmez Gözü bakar amma körden sayılır
Gerçek aşık menzilinde durursa Çerağ gibi yanıp yağı erirse Eksikliği kend’özünde görürse O da erdir yine erden sayılır
Ezel Bahar Olmayınca
Ezel bahar olmayınca Kırmızı gül bitmez imiş Kırmızı gül bitmeyince Sefil bülbül ötmez imiş
Bahçevan sata bu gülü Haramdır parası pulu Ağlatma sefil bülbülü Gözyaşını silmez imiş
Yılda birgün ziyan olur Dost yoluna talan olur Bazı insan hayvan olur Hayvan adem olmaz imiş
Şah Hatayi’m ölmeyince Tenim turap olmayınca Dost dosttan ayrılmayınca Dost kadrini bilmez imiş
Yol Yüğrüktür Her Sofuyla Tutulmaz
Yol yüğrüktür her sofuyla tutulmaz Müşteri olmazsa gevher satılmaz Ekmek yedirmekle hakka yetilmez Hakk’a yarar doğru kul olmayınca
Niceler gelirde tasvire bakar Kendini bilmeyen odlara yakar Bir kulaktan girer birinden çıkar Kursağa bir delik yol olmayınca
Değme sofuların meyi içilmez Sofrasının baş ucundan geçilmez Mahmurdur uykudan gözü açılmaz Neyleyim marifet kal olmayınca
Engin olmayınca sular çağlamaz Değme bir sofuya gönül bağlanmaz Şah Hatayi’m gözüm yaşı sağlanmaz Özünden bulanıp ağlamayınca
*** Yavuz Sultan Selim de tıpkı Şah İsmail gibi şairdir. Şiirlerini hem Türkçe hem de Farsça yazmayı tercih etmiştir. Osmanlı Devleti’nin başına geçtiğinde ise himayesindeki şairleri beraberinde seferlere götürmüş ve fethettiği yerlerdeki sanat erbabını Osmanlı ülkesine getirmiştir. Farsça bir Dîvân sahibi olan Yavuz Sultan Selîm, şiirlerinde “Selîmî” mahlasını kullanmıştır.
Milletimin ayrılma bölünme endişesi, Mezarımda dahi rahatsız eder beni. Saldırgan düşmanlara karşı birleşmek iken çâremiz, Birlik olmazsa, kızgın demirle dağlanmış gibi yanarım.
Kimi şiirleri de Türkçedir;
Sanma Şahım
Sanma şâhım herkesi sen sâdıkane yâr olur Herkesi sen dostun mu sandın belki ol ağyâr olur Sadıkâne belki ol âlemde bir serdar olur Yâr olur ağyâr olur serdar olur didâr olur
Ayrı Düştüm.
Bülbül gibi gülistan bostandan ayrı düştüm. İstemem altın kafes vatandan ayrı düştüm.
Ey gam öldürme beni bu hicran gecesinde Zira bir güneş yüzlü handandan ayrı düştüm.
Gönül feryat ediyor karanlık gecelerde Gamlıyam bir mah cemal sultandan ayrı düştüm.
Hicran ile ne hale geldiğimi soranlar Sormayın ahvalimi ben candan ayrı düştüm.
Selim’i kınayanlar bilmez ıstırabımı Şu canıma can katan canandan ayrı düştüm
O, çok güçlü bir hükümdardır ama bir Türkmen kızını gördüğünde kendini çaresiz hissetmiştir. Şu dörtlük onun nasıl âşık olduğunu belirtir.
Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek Sîrler pençe-i kahrimdan olurken lerzân Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek.”
Şöyle deniyor beyitte: Kendini güçlü gösteren, adeta aslan kesilen düşmanlar benim kahredici kuvvetimin karşısında tir tir titrerken, kaderin cilvesine bakın ki felek beni bir ahu gözlü güzelin aşkıyla perişan eyledi. *** Türk Kültürü ve dolayısıyla Türk dili dünyadaki en yaygın dillerden birisidir. Aynı zamanda dünyanın en önemli etnisitelerinden de birisidir. Geniş bir coğrafyaya yayılmış bu etnisitenin onbeş bin yıllık gibi bir geçmişi olduğu yapılan araştırmalarla anlaşılmıştır. Etniesitelerin gelecek kuşaklara aktarılmasındaki en önemli yapı dildir.
İnanç farklılıkları yüzünden dil ve toplumsal barış içselleştirilmez ise hem etnisiteler hem de millet olma özelliği ortadan kalkar.
(c) Bu eserin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Eserin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.