"yokluba"

Neredeyim? "yokluba" şiiri
Şiir

"yokluba"






adını koymadan, bir kuşun sesini dinler oldum ve günlerdir pencereme yakın bu ses, beni hiç olmadığı kadar kederli kılıyor

kimselere söylemedim, yazmadan önce. bilmelerine hacet yoktu, herkesin anlayabileceği türden ama herkese anlatmak istemediğim gibi;
bazen benim de garip huylarım oluyor
aynı kuş olup olmadığını anladığım için, biraz da hâlâ merak duygum canlı kaldığından
teşekkür ediyorum Tanrı’ya.

eskiden daha imanlı günlerimin olduğunu düşünürken, mizahıma yazdığı meraktan olsa gerek, anlam peşine düşüvermiştim.
uzun uzun notlar alıyor,
saatlerce öğrenci kalıyordum geceye.
bir sonraki gece için heveslenip,
tutkuyla çiziyordum karnını kağıdın
huy bu, kara çalıyordu gözleri
ben heves ettikçe o güzelleşip
sâdık bir yâr gibi tutup ellerimi
öpüp ellerine koyuyordu
bir hoş ediyordu her haliyle. bazen bir musiki açar, başının sıcaklığında dinlediğimiz olurdu
Kâni Karaca’dan uzun bir nefes alıp,
sıcak bir çaya uzanan dudaklar gibi
sonra "göz süzüp yan bakışınla,
yine aldatma beni" karcığar makamına
busesini bırakıyordu sıcacık nefesiyle
"âh" diyordum, "o güzel başın için sevdiğim"
gözlerinden süzülen ışığa yalvarırken
"ağlatma beni sevdiğim"

kimselere söylemedim, yazmadan önce. utanmayı çok önceleri bir sahil kasabasında, kırık dökük bir iskele önünde, yorgun ve tatlı bir gecede bırakmıştım. bir şarkı mest etmişti, ne zaman radyoda duysam, içim hoş olur da,
yâd ederim o geceyi. şimdi matem çiçekleri açmış mı; yoksa bahar mı gelmiş, kokusunu bile alamaz oldum, siyahlar bağladığım günün huyu kurusun.

eskiden daha âşk ile baktığımı sanıp, yarından korkardım. mananın kâr edeceği tutmuş, örtüsü hafif açılmış, kahverengi verniği gözükür ucundan. sandım ki bu sandığın içinde yalnız bohçalar durur. anılarını saklamış kadın da, bir kağıt kalem alıp gelmiş. tutuşturmuş eline elini. korkmuş sonra yazgısından, ne yazdı ise buruşturup yirmi beş kuruşluk bir poşetin içerisine atmış. yalnız onları atsaydı keşke! eline geçirdiği ne varsa doldurup, dışarı çıkıvermiş alelacele. içine bakmadan çöp kutusunun, uzatıvermiş elini üzerine doğru. ne var ne yok, hepsi o poşetin içinde.

anılar mı daha hüzünlüdür,
kalan hediyeler mi?

sandalyelerin ikisini bir edip,
çıkıverdim tavana doğru.
unutulmuş bir öykü bıraktı tozlu ampul
siliverdim mavi bir bez ile
nazlıca sallandı önce duy,
tutuverdim avucum içinde
parmağıma bulaştı ağı örümceğin
âhı tutmuştu annesinin şimdi

kimselere söylemedim, yazmadan önce. içime eğildim, dışımda kalan put ise, kırılsın istedim. meğer içimde imiş put, dışıma çıkamadım. şarkılar söyledim sonra dışarı çıkıp, yürüdüm saatlerce. yoruldum, evinin sokağına çıkamadım. zaten ben, eskisi gibi de değilim, olamam. hızlıca geçip gidiyorum karanlık sokağından. şiirler okuyorum kendime, kitaplar çeviriyorum parmak ucumla.
bazen çok seviyorum- seni gibi,
bazen nefret ediyorum- senden gibi.
gibiler yüzünden ellerimi çekiyorum içime,
spartaküs oluyor kollarım,
iki ihtimal kalıyor geriye;
ya Roma’dasın, ya da Roma dışında
Fatih’i bile bıraktı hevesi kursağında
yürümeye devam ederken, eskisi gibi de olamıyorum.

ne uzun nefes, ne kısa mesafe
yanıyor içim, hâlâ İskenderiye.

bilmem güvenir mi bana
ve hatta gücenir mi? belki de affeder-
çünkü Tanrı olmak bunu gerektirir
bunu arzulatır, başkasının arzusuyla
arzulanmayı bırakıp, O’nu arayana

beni umursadığına inandığım günlerin acısını,
seni yara diye sakladığım kalbimde çekiyorum.

eskiden daha mutlu günlerim de oldu, mutsuzluğum da. kum saatim artık uzanıyor bir kitap gölgesinde.

İbrahim’in safında bir karınca misali umut,
Nemrut yaktığı ateşi kalbimden çalıyor

mikroskopla görülmesi bile muhtemel olmayan atomik acılar içinde, kahvehane ağzıyla çoğalıyor, çağırıyorum:

sumaklı soğan kadar güzelsin, hiç yedirmediğin patlıcan turşusu kadar da buruş. kendini giriş katından atıp, intihar etmelisin.
küçük ayaklarını, buçuğuyla uzatmalısın
kırmalısın belini bahtının
camdan duşakabinler yaptırıp banyona
patlatıp bir duş anında,
cımbızla tek tek parçalarımı çıkarmalısın
atmalısın teninden
küçük dudaklarını kesip makas ucuyla,
kanını avucumda biriktirip bozmalısın
orucunu hasretimin
bir zebranın karnı gibi, kemiklerin belliyken
kuru otlar üzerine uzanmalısın
geviş getirmeden
güzel gözlerimin çatı katındaki kılları
güzel bakmayayım diye yolmalısın
sonra doğrulup o zebra gibi
gerçekleri anırmalısın
gök mavi, su mavi, her şey blues iken...

iyi de sen yoksun,
kime anlatıyorum ben?


(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

'her sabah mutluluk yenik başlıyor yaşamaya...'

HakkınSesi

'her sabah mutluluk yenik başlıyor yaşamaya...'

Kategoriler
Yeni Şiirlerim