Türk edebiyatının gelişmesine büyümesine katkı sağlayan o kadar büyük üstatlar var ki, onları anlatmaya ve onlardan numuneler sunmaya çalışmak çok kapsamlı bir çalışmayı gerektirir diye düşünüyorum. Bu itibarla yazımız sathî ve nakıs kalacaktır behemehâl...
Türk edebiyatından kimler geldi kimler geçti; ama büyük sanatçılar hiçbir zaman ölmedi, eserleriyle hep yaşadılar... Birçok muharrir edebiyat tarihçisi Türk edebiyatını sınıflamış ve değerli çalışmalar sunmuşlar bilim dünyasına... Bunların başında Prof. M.Fuat Köprülü (Edebiyat Tarihi) geliyor. Prof. Fuat Köprülü’nün dışında şu çalışmaları da eklemek yerinde olacaktır: Ahmet Hamdi Tanpınar "19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi" (1949, düzeltme ve eklerle 1956) Celâl Tahsin Boran "Edebiyat Tarihi Dersleri" (1933) Hasan Ali Yücel "Türk Edebiyatına Toplu Bir Bakış" (1933) Vasfi Mahir Kocatürk "Yeni Türk Edebiyatı" (1936) Ferhan Oğuzkan "Türk Edebiyatı Tarihi" (1949) Seyit Kemâl Karaalioğlu "Resimli- Motifli Türk Edebiyatı Tarihi Başlangıcından Tanzimat’a" (1973). Nihad Sami Banarlı "Resimli Türk Edebiyatı Tarihi" (İki Cilt 1971-1979) Faruk K. Timurtaş "Tarih İçinde Türk Edebiyatı" (1981) İnci Enginün, Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı (2001)
Bunların dışında muhtelif çalışmalar söz konusudur. Bu yazımda daha çok üzerimde etki bırakan şâir/sanatçılardan oluşan seçki sunmak istiyorum. Bu itibarla gönlümde yer eden ilk on şâir ve şiirleriyle yazımı tamamlıyorum:
Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde-gösterdiği vahşetle ’bu: bir Avrupalı’ Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer. Yedi iklimi cihânın duruyor karşında, Avusturalya’yla beraber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk: Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil, Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil, Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbâb, Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal’â mı göğsündeki kat kat iman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te’sis-i İlahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer; Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedi serhaddi; ’O benim sun’-i bedi’im, onu çiğnetme’ dedi. Asım’ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek. Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? ’Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyyetler eder istiâb. ’Bu, taşındır’ diyerek Kâ’be’yi diksem başına; Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan; Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin’i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif ERSOY
“BEKLENEN”
Ne hasta bekler sabahı Ne taze ölüyü mezar Ne de şeytan bir günahı Seni beklediğim kadar
Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı
Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı
Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı
Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen Desem ol bî-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı
Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil Beni tan eyleyen gafîl seni görgeç utanmaz mı
Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı
Fuzuli
MEMLEKET İSTERİM
Memleket isterim Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun; Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun; Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun; Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun; Olursa bir şikâyet ölümden olsun.
Cahit Sıtkı TARANCI
KÖPÜK
Oyun bitti ve her şey yerini buldu Akşamla ebedi kızlar anne oldu Aynalara bakma, aynalar fenalık, Denizi sonsuz olanı düşün artık. Bir gün beni hatırlayabilirsin ancak, Güzelsem soyabilirsin çırılçıplak; Oradayım hep ben, orada, derinde, Gemilerin ihtiyar köpüklerinde. Ahmet Muhip DIRANAS
MERDİVEN
Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden, Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...
Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller, Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller, Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?
Bu lisân-ı hafîdir ki rûha dolmakta, Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta!
Ahmet HAŞİM
TREN SESİ
Garibim; Ne bir güzel var avutacak gönlümü, Bu şehirde, Ne de bir tanıdık çehre; Bir tren sesi duymayagöreyim, İki gözüm, iki çeşme.
Orhan Veli KANIK
BEN SANA MECBURUM
ben sana mecburum bilemezsin adını mıh gibi aklımda tutuyorum büyüdükçe büyüyor gözlerin ben sana mecburum bilemezsin içimi seninle ısıtıyorum
ağaçlar sonbahara hazırlanıyor bu şehir o eski İstanbul mudur karanlıkta bulutlar parçalanıyor sokak lambaları birden yanıyor kaldırımlarda yağmur kokusu ben sana mecburum sen yoksun
sevmek kimi zaman rezilce korkuludur insan bir akşamüstü ansızın yorulur tutsak ustura ağzında yaşamaktan kimi zaman ellerini kırar tutkusu birkaç hayat çıkarır yaşamasından hangi kapıyı çalsa kimi zaman arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor eski zamanlardan bir cuma çalıyor durup köşe başında deliksiz dinlesem sana kullanılmamış bir gök getirsem haftalar ellerimde ufalanıyor ne yapsam ne tutsam nereye gitsem ben sana mecburum sen yoksun
belki haziran ’da mavi benekli çocuksun ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor belki körsün kırılmışsın telâş içindesin kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
ne vakit bir yaşamak düşünsem bu kurtlar sofrasında belki zor ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden ne vakit bir yaşamak düşünsem sus deyip adınla başlıyorum içim sıra kımıldıyor gizli denizlerin hayır başka türlü olmayacak ben sana mecburum bilemezsin
Benim doğduğum köylerde Ceviz ağaçları yoktu, Ben bu yüzden serinliğe hasretim Okşa biraz!
Benim doğduğum köylerde Buğday tarlaları yoktu, Dağıt saçlarını bebek Savur biraz!
Benim doğduğum köyleri Akşamları eşkıyalar basardı. Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem Konuş biraz!
Benim doğduğum köylerde İnsanlar gülmesini bilmezdi, Ben bu yüzden böyle naçar kalmışım Gül biraz!
Benim doğduğum köylerde Kuzey rüzgârları eserdi, Hep bu yüzden dudaklarım çatlaktır Öp biraz!
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin! Benim doğduğum köyler de güzeldi Sen de anlat doğduğun yerleri, Anlat biraz!
Cahit KÜLEBİ
OLMASA
Güzelliğin on par’etmez Şu bendeki aşk olmasa Eğlenecek yer bulaman Gönlümdeki köşk olmasa
Tabirin sığmaz kaleme Derdin dermandır yareme İsmin yayılmazd’aleme Âşıklarda meşk olmasa
Kim okurdu kim yazardı Bu düğümü kim çözerdi Koyun kurt ile gezerdi Fikir başka başk’olmasa
Güzel yüzün görülmezdi Bu aşk bende dirilmezdi Güle kıymet verilmezdi Âşık ve maşuk olmasa
Senden aldım bu feryadı Bu imiş dünyanın tadı Anılmazdı Veysel adı O sana âşık olmasa
Âşık Veysel
DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum Bütün çiçeklerini getirin buraya, Öğrencilerimi getirin, getirin buraya, Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer Bütün köy çocuklarını getirin buraya, Son bir ders vereceğim onlara, Son şarkımı söyleyeceğim, Getirin, getirin... Ve sonra öleceğim.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum, Kaderleri bana benzeyen, Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları Geniş ovalarda kaybolur kokuları... Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni, Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini Bacımın suladığı fesleğenleri, Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini, Avluların pembe entarili hatmisini, Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın, Aman Isparta güllerini de unutmayın Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum. Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım, Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden, Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden, Ne güller fışkırır çilelerimden, Kandır, hayattır, emektir benim güllerim, Korkmadım, korkmuyorum ölümden, Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, Baharda Polatlı kırlarında açan, Güz geldi mi Kop dağına göçen, Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen, Muş ovasından, Ağrı eteğinden, Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni, Eğin türkülerinin içine gömün beni.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, En güzellerini saymadım çiçeklerin, Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini, Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek. Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek, Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, Ben mezarsız yaşamayı diliyorum, Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum, Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın, Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın, Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım, Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim, Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.
Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, Okulun duvarı çöktü altında kaldım, Ama ben dünya üstündeyim, toprakta, Yaz kış bir şey söyleyen toprakta, Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım, Yurdumun çiçeklenmesi için daima yaşadım, Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir. Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya, Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.
Ceyhun Atıf KANSU
SESSİZ GEMİ
Artık demir almak günü gelmişse zamandan, Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli, Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu! Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler; Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.
Yahya Kemal BEYATLI
BAYRAK
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü Işık ışık, dalga dalga bayrağım Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Sana benim gözümle bakmayanın Mezarını kazacağım. Seni selamlamadan uçan kuşun Yuvasını bozacağım.
Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder Gölgende bana da, bana da yer ver! Sabah olmasın, güneş doğmasın ne çıkar Yurda ay yıldızın ışığı yeter.
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün Kızıllığında ısındık. Dağlardan çöllere düşürdüğün gün Gölgene sığındık.
Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı Barışın güvercini, savaşın kartalı Yüksek yerlerde açan çiçeğim Senin altında doğdum, Senin dibinde öleceğim.
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim Yeryüzünde yer beğen, Nereye dikilmek istersen Söyle, seni oraya dikeyim.
Arif Nihat ASYA
BAĞLANMAYACAKSIN
Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne. "O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin. Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü. Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki. Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın. Ve zaten genellikle o daha az sever seni, Senin o’nu sevdiğinden... Çok sevmezsen, çok acımazsın. Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem. Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini... Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin. Senin değillermiş gibi davranacaksın. Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın. Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın. Çok eşyan olmayacak mesela evinde. Paldır küldür yürüyebileceksin. İlle de bir şeyleri sahipleneceksen, Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin. Gökyüzünü sahipleneceksin, Güneşi, ayı, yıldızları... Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak. "O benim." diyeceksin. Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir Şeylerin... Mesela gökkuşağı senin olacak. İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın. Mesela turuncuya ya da pembeye Ya da cennete ait olacaksın. Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın. Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat. İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...
Can YÜCEL
Gizli Sevda
Hani bir sevgilin vardı Yedi sekiz sene önce, Dün yolda rastladım Sevindi beni görünce. Sokakta ayaküstü Konuştuk ordan burdan. Evlenmiş, çocukları olmuş Bir kız, bir oğlan. Seni sordu Hiç değişmedi dedim. Bildiğin gibi… Anlıyordu Mesutmuş, kocasını seviyormuş. Kendilerininmiş evleri... Bir suçlu gibi ezik Sana selam söyledi
Behçet NECATİGİL
Hadi Git Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit, Günahıma girmeden, katilim olmadan git!
Git de şen şakrak geçen günlerine gün ekle, Beni kahkahaların sustuğu yerde bekle.
Git ki siyah gözlerin arkada kalmasınlar, Git ki gamlı yüzümün hüznüyle dolmasınlar.
Mademki benli hayat sana kafes kadar dar, Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar.
Hadi git, benden sana dilediğince izin, Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin.
Kahrımın nedenini söylesem irkilirler; Çünkü herkes beni Kays, seni Leyla bilirler.
Sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın; Oysaki hep yedekte, hep elde var saymıştın.
Hadi git, ne bir adres, ne bir hatıra bırak, Zannetme ki, pişmanlık, mutluluk kadar ırak!
Sanma ki fasl-ı bahar geldiğim gibi gitmez, Sanma ki hüsranını görmeye ömrüm yetmez.
Her darbene tahammül edecektir bedenim, Gururum mani olur perişanıma benim.
Yâri Ferhat olanın ellerle ülfeti ne? Şirin ol katlanayım dağ gibi külfetine.
Henüz layık değilken tomurcuk kadar aşka, Sana gül bahçesini kim açar benden başka!
Hercai arılara meyhanedir çiçekler, Kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler!
Mademki aşk tablosunun takdirinden acizsin, Git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin.
Ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet, Git de Allah aşkına bir selama muhtaç et!
Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan! Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan!
Kopsun nerden inceyse artık bu bağ, bu düğüm! Her gece daha berbat, daha vahim gördüğüm.
Korkulu düşlerimi yorumdan kaçırıyorum; Sırf sana üzülüyor, sırf sana acıyorum!
Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit, Günahıma girmeden, katilim olmadan git! ...
Cemal SAFİ
DOST BİLDİKLERİM
Sanırdım gündüzdü onlarla gecem İçimde ümitti dost bildiklerim Ne zaman yıkılıp yere düştüysem Bırakıp da gitti dost bildiklerim Hepsi varken baharımda, yazımda: Kışın bir burukluk kaldı ağzımda Seneler senesi oysa gözümde Cihana eşitti dost bildiklerim Nerde o sözlere kandığım günler? Her gülen yüzü dost sandığım günler Acıdan kahrolup yandığım günler Ta canıma yetti dost bildiklerim Meydana çıkalı asıl çehreler Aydınlanmaz oldu artık geceler Yalanlar tükendi, indi maskeler Birer birer bitti dost bildiklerim Korkar oldum bana “Dostum” diyenden Yoksa yok olandan, varsa yiyenden Ne onlardan eser kaldı ne benden Beni benden etti dost bildiklerim
Ümit Yaşar OĞUZCAN
Geçer
Izdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer, Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer, Gam karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer, Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer, Gece gündüz yok olur, an-ı dem adem de geçer,
Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi, Çağlıyan göz yaşı mı, yoksa ki hicran seli mi? İnleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi? Çevrilir dest-i kaderle bu şu’unun fili mi, Ney susar, mey dökülür, gulgule-i Cem de geçer,
İbret aldın, okudunsa şu yaman dünyadan, Nefsini kurtara gör masyad-ı mafihadan. Niyyet-i hilkatı bul aşk-ı cihan aradan, Önü yoktan, sonu boktan, bu kuru da’vadan Utanır gayret-i gufranla cehennem de geçer.
Ne şeriat, ne tarikat, ne hakikat, ne türe, Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre Cahilin korku kokan defterini Tanrı düre! Ma’rifet mahkemesinde verilen hükme göre, Cennet iflas eder, efsane-i Adem de geçer.
Serseri Neyzen’in aşkınla kulak ver sözüne, Girmemiştir bu avalim, bu bedyi’ gözüne. Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne. Pir olur sakiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne, Hak olur pir-i mugan, sohbet-i hemdem de geçer.
Neyzen Tevfik
Eyvallah
Devir kötü, devrân bozuk diyorlar, Devire de düzene de EYVALLAH... Gözüm yaşlı, bana "yazık" diyorlar, Ezene de üzene de EYVALLAH...
HAKK´tan gelen bil ki yerli yerince, Şaşırmayız ayı suda görünce, Bir musibet bizi yere serince, Kedere de yazana da EYVALLAH...
Yaz ayında karlar yağdı dalıma, Düz sanmıştım engel çıktı yoluma, Plan yaptım, dostlar gelmiş ölüme, Hayalimi bozana da EYVALLAH...
Hayır dedim, tutup şerre yordular, Selâm verdim, mezhebimi sordular, Doğru dedim, dokuz köyden sürdüler, Yaka silken, bezene de EYVALLAH...
Cahil Sultan, Âlim korkmuş, susuyor, Aşk azabta, gönüller buz kesiyor, Her bir yandan hoyrat rüzgâr esiyor, Yaprak döken hazana da EYVALLAH...
Ben söylerim kara kalem yazıyor, Her dizede Arif bir SIR seziyor, Anlamayan, bu ne? deyip kızıyor, Küsene de kızana da EYVALLAH...
Kimseden ümmid-i feyz etmem, dilenmem perr-ü-bal Kendi cevvim, kendi eflakimde kendim tairim, İnhina tavk-ı esaretten girandır boynuma; Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim.
Tevfik FİKRET
Son olarak yazıma eklediğim Tevfik FİKRET şiirini A. Kadir şöyle yenileştirmiş:
Ne bir bağış beklerim kimseden, Ne kol dilenirim, ne kanat, Kendi göklerimde kendi kendime uçar giderim. Bana eğilmek boyunduruktan bile ağır. İşte böyle bir şâirim ben, Tepeden tırnağa özgür...
Daha nice güzel eserler var; aklıma ilk gelenler ve her sanatçıdan bir eser olsun istedim yazımda... Ekleyemediğim nice üstatlar var daha...
NOT:
Değerli dostlardan yorum kısmına hayatında iz bırakan ya da en beğendiği şiiri sunmalarını rica ediyorum... Yine bu noktada bir forum da açılabilir, Türk edebiyatının en güzel on şiiri hangisidir adı altında...
NOT:
Diğer yazı dizilerim Türk edebiyatının dönemleri ve en seçkin şiirleri... Daha tematik olması adına daha derli toplu olur diye düşünüyorum...
(c) Bu eserin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Eserin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Sanat bir çıtadır; kimsenin ayaklarına kadar inmez.
e d i b / a h m e t
Sanat bir çıtadır; kimsenin ayaklarına kadar inmez.