NİYETİ BOZDUK BİR KERE

Neredeyim? NİYETİ BOZDUK BİR KERE yazısı
Yazı

NİYETİ BOZDUK BİR KERE

Zeki, kırk beş yaşında kütüphane müdürüdür. Bu yaşa kadar hiç evlenmemiş günübirlik ilişkilerle yaşamış çapkın denilebilecek biridir. Belki de hayatını paylaşabilecek birine hiç denk gelmemiştir. Yaş ilerledikçe evlenme ümitleri günbegün erimiş yok olmuştur. Artık yeknesak hayattan o da bunalmış, yaşamından tat alamaz olmuştur. Kalabalıkların arasında yalnız biridir o… Oysa çevresinde hatırı sayılan sevilen biridir ya da maskeler o yöndedir.
Yine kütüphanede odasında düşünür bir halde:
- Off sessizlik hayatımın bir parçası gibi… Hayatım sessiz, işim sessiz, gönül dünyam sessiz… Yaşım da oldu 45… Nereye kadar Zeki, bu sessiz çığlıklarım… Off ki ne off! (…)
Çaycı Abidin içeri girer:
- Müdürüm çayınız…
Zeki:
- ?
Çaycı Abidin:
Müdürüm çayınız…
Kendine gelen Zeki gürler:
- Bir kez olsun şu kapıyı çal da gir be adam!
Çaycı Abidin:
- Efendim çaldım, herhalde duymadınız.
Zeki:
- Uzatma, çık dışarı!
Zeki kendi kendine konuşarak homurdanır:
- Kapıyı çalmışmış da girmiş, yalancı p.....k, kimi kandırıyorsun? Hadi çaldın diyelim, ben sana gir dedim mi hayvan oğlu hayvan! Bir tane adam olmaz mı ya adabı bilen! Bunlar bana kafayı yedirtecek! Yok yok… Bu böyle olmayacak, yıllık izni kullanıp bir yerlere gitmeli. İyi de bu kış ortasında nereye gideyim ki?
Birden kafasında bir şimşek çakar.
- Tamam, buldum, bir Uludağ bana iyi gelir. Yarından tezi yok Bursa’ya gitmeliyim. Dağ havası, kayak iyi gelir. Kim bilir belki güzel bir bayanla tanışırım.

Dediği gibi yapar ve bir gün sonra yıllık iznini kullanarak Uludağ’a gider. Uzun bir yolculuktan sonra varabilmiştir Bursa Uludağ’a… Hatay nere Bursa nere… Yaklaşık 1030 km’lik yolculuktan sonra kendini bir otele atar ve yarına zinde kalkmak için duştan sonra o yorgunlukla deliksiz bir uykuya dalar… Memurluktan gelen alışkanlıkla erkenden uyanır, kahvaltısını yapar ve kayak takımlarını alarak kendini bembeyaz karların koynuna bırakır. Tertemiz havayı ciğerlerine çeker ve Allah’a teşekkürlerini sunar…
Usta sayılırdı kayak sporunda, adeta rüzgârla yarışırdı… Otelden epey uzaklaşmış, koca dağda ıssız bir yere gelmişti. Biraz da yorulmuştu. Vakit de ilerlemiş akşam olmak üzereydi. Otelin yolunu tutmak artık yerinde olacaktı. Otelin yolunu tuttu ve nihayet oteline vardı. Kendince güzel geçirmişti ilk gününü… Yine memurluk hayatından kalan bir alışkanlıkla erkenden kalktı, kahvaltısını yaptı ve lobiye geçip ajanslara bir göz attı. Önemli bir havadis yoktu, odasına çıktı ve kayak takımlarını alarak otelden ayrıldı. Gözüne biri ilişti. Kayak yapmaya çalışan her seferinde de yere düşen birine… Son düşüşü kötü bir düşüştü. Yıldırım gibi yanına vararak ellerinden tutup onu kaldırdı. Elini tuttuğunda bir şeyler hissetti…
Zeki:
- Geçmiş olsun hanımefendi, acemisiniz galiba.
Bayan:
- Evet efendim.
Zeki:
- İsmim Zeki, yıllık iznimi kullandım attım kendimi buraya. Ara sıra gelirim Uludağ’a…
Bayan:
- Teşekkür ederim Zeki Bey, çok naziksiniz. Benim adım Ayşe, İngilizce öğretmeniyim. Yarıyıl tatilimi geçirmek için geldim.
Zeki:
- Memnun oldum Ayşe hocam. Sana kayak konusunda arkadaşlık edebilirim, tabii isterseniz…
Ayşe:
- Memnun olurum efendim.
Zeki:
- Öncelikle şu kayak işine el atmak lazım, şu düşmelere bir son vermek lazım…
Gülüşürler. Zeki, kayak sporunun inceliklerini öğretir genç öğrencisine. Her gün buluşup kayak sporu yaparlar, sohbet ederler, güzel zaman geçirirler.
Ayşe öğretmen artık daha az düşüyor, eskiye nazaran daha iyi noktaya geliyordu kayak sporunda…
Ayşe öğretmen de bunalmış, yeni biten ilişkisinin ardından kendini Uludağ’a atmıştır. Zeki Bey’i limanına sığınacak bir büyük, bir çınar ağacı olarak görüyordu. Oysa Zeki Bey, duygusal bağlamda Ayşe öğretmenden çok etkilenmişti. Elini her tuttuğunda dünyanın tüm renkleri değişiyordu adeta… Acaba ona evet der miydi?
Yine uzaklaşmışlardı kalabalıklardan… Zeki, kararlıydı. Ayşe’ye hislerinden bahsetmeliydi artık:
Zeki:
- Ayşe, seninle zaman su gibi akıyor adeta, iyi ki seni tanıdım. Dünyanın başka renkleri de varmış, hayatıma renk kattın, anlam kattın.
Ayşe, şaşırmış sadece dinliyor, anlamaya çalışıyor…
Zeki, Ayşe’ye daha da yaklaşır, ellerini tutar, başını göğsüne dayayarak:
- Zor bir ilişki yaşamışsın ve tüm kafandakileri atmak için ta İzmir’den buralara kadar gelmişsin.
Ayşe, şefkatli yaklaşan bu adama daha sıkı tutunur, gözlerinden akan yaşlara mani olamaz.
Zeki, Ayşe’nin elini dudağına götürüp öper. Ellerini vücudunda gezdirir, Ayşe vücudundaki ellerden rahatsız olur, karar veremez bu adamın yaklaşımına: Şefkat mi şehvet mi? Birden dudaklarına yapışınca olabildiğince hızla kendini çeker:
- Kendinize geliniz Zeki Bey!
Zeki:
- Seni seviyorum, seni seviyorum.
Ayşe:
- Ben yirmi dört yaşındayım, kendinize geliniz.
Zeki:
- Yaşın ne önemi var, seviyorum işte…
Ayşe:
- Ben sizi hep bir büyüğüm olarak gördüm, lütfen efendim… Ben gidiyorum.
Zeki:
- Gitmek mi zor, kalmak mı?
Ayşe:
- Benim için gitmek kolay, zaten kalmak istemiyorum. Bir daha da karşıma çıkma.
Zeki:
- Ayşe, Ayşe! Gitme… Gitme Ayşe…
Ayşe gitmişti, Zeki sinirlenen uzuvlarını ve tüm vücudunu kara gömdü, ancak soğurdu tüm bedeni…
(c) Bu eserin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Eserin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.

Sanat bir çıtadır; kimsenin ayaklarına kadar inmez.

e d i b / a h m e t

Sanat bir çıtadır; kimsenin ayaklarına kadar inmez.

Kategoriler
Yeni Şiirlerim