Sizce, Türkiye de dahil tüm dünyada özellikle 1980 sonrası metafiziğe ve mistisizme karşı yoğunlaşan ilgi tesadüfi mi?
İnsanları aşkın bir gerçekliğe sığınmaya iten acaba ezen, ezmeyi öğütleyen, ahlaksız, hırslı, rekabetçi tamamen çıkar ilişkileri ile örülmüş maddi dünyaya verilen ortak bir tepki midir?
Tüm dünyada, özellikle Amerika’da ülkemizdeki Sırlar Dünyası, Sırlar Kapısı benzeri dizilerin reyting rekorları kırması beni bu soruları sormaya yöneltti. Bir süredir ben de genel yayın yapan kanallardaki bu programları özenle ve ilgiyle izliyorum. Neydi verilen ortak mesaj? Neydi insanları bu programları izlemeye iten toplumsal koşullar? Aşkın gerçekliklere sığınmak nasıl bir ruh hali yaratıyordu izleyenlerde?
Öncelikle sözünü ettiğim dizilerden kısaca bahsetmek isterim. Yoksul gecekondularda yaşayan saf, modernizmin kirletemediği aileler konu ediliyor dizilerde. Bu aileler öyle büyük felaketlerle karşılaşıyorlar ki tam pes etme noktasına geliyorlar. Dayanacak güçleri kalmıyor. Örneğin, çocukları trafik kazasında felç oluyor ya da ölüyor; işsiz ve haliyle aç kalıyorlar; çocuklarının tedavisinde kullanacakları son paraları kapkaççılara kaptırılıyor; huzur evinde bakıcı tarafından işkencelere maruz kalıyorlar; eşleri ya da arkadaşları tarafından aldatılıyorlar; genç kızlar kaçırılıp tecavüze uğruyorlar; PKK tarafından köylerinden kaçırılıyorlar; gelinler kötü kaynananın elinde eziyet çekiyorlar vs vs..
Hem yoksullar; hem de yetmiyormuş gibi büyük acılar ve tuzaklar içerisinde çaresiz yapayalnız kalıyorlar. Ama ya önceden yapmış oldukları iyilikler sayesinde; ya da isyan etmeyip tevekkül etmeye devam ettiklerinde (Allah’a boyun eğme, kendini Allah’a teslim etme, Allah’a sığınma) aşkın bir güç onları çekip çıkarıveriyor karanlık çukurlardan. Hasta olanlar iyileşiyor; işsiz olanlar iş buluyor; ve iyi insanlara kötülük edenler cezalandırılıyor.
Bu dizilerin çok etkili olma nedenlerinden biri, izleyicilere bu öykülerin gerçek hayat hikayeleri olduğunun söyleniyor olması. Dolayısıyla, izleyici bire bir ders çıkarabiliyor kendine; kendinden bir parça bulabiliyor ana kahramanlarda. Dizilerin izleyici kitlesi, toplumun yoksul kesimleri. Yoksul izleyiciler, dizilerde kötülüğe maruz kalan iyi insanlarla kendilerini özdeşleştiriyorlar. Genelde hikayeler gecekondularda ya da köylerde geçiyor. Kötülük edenler de genelde küçük esnaf yani işsizlere ve en alt tabakada olanlara kıyasla daha iyi durumda olanlar. Ama asla orta sınıf ya da üst sınıftan karakterler görünmüyor.
Gecekondu ya da köyde bu dizileri izleyen insanlar için çok yabancı bir yaşam alanı değil dizilerin geçtiği alanlar. Aksine, onlar da hayatlarında büyük sermayedarlarla değil, küçük esnafla karşılaşıyorlar görece daha zengin olarak. Yani kendilerini tanımlarken, büyük şirket sabihi, tüccar, fabrikatör, Koç veya Sabancı ile değil de bakkalla, kasapla, ayakkabıcıyla kıyaslıyorlar. Bu da izledikleri aşkın hikayeleri çok daha inandırıcı kılıyor.
Öğütlenen ise hep aynı, tüm hikayelerin başını izlemek sonunu tahmin etmeye yetiyor. Tevekkül et, boyun eğ, Allah’a sığın, isyan etme, Allah’a güven, çünkü sadece O adaleti sağlar. Gerekirse kötülük edeni hasta eder hatta öldürür; iyilik etmiş olan hastaları iyileştirir; ölmüş olan ermişlerle iyilik edenler arasında bir bağ kurar ve içlerinde oldukları çaresizlikten aşkın bir yolla kurtulmalarını sağlar. İşte yoksullara öğütlenen budur!
Yoksullar bu dizileri izleyince nasıl bir ruh haline girerler? Dizilerde geçen hikayeler onlara tanıdık gelmektedir. Kendilerini yerlerine koydukları zor durumdaki iyi insanlar gibi davrandıkları sürece, yani iyilik etmeye ve susmaya devam ettikleri, isyan etmedikleri, haksızlıklara adaletsizliklere karşı koymadıkları sürece bir gün O aşkın gücün onları da kurtaracağını, bu kabustan uyandıracağını zannederler.
Güvenilecek tek ve en güçlü varlık Allah’tır! Mükafatı da cezayı da verecek O’dur! Öyleyse yapacak en doğru şey susmaktır! İşte, izleyenler bu şekilde içlerini rahatlatır; aşkın güçle kurtarılmayı umut ederek giderek fakirleşmelerine, hastane kapılarında, tersanelerde, doğal afetlerde, savaşlarda yüzlerce binlerce milyonlarca kez ölüşlerine ses çıkarmazlar! Susar ve beklerler!
Acımasızca yoksulları daha da yoksullaştıran ve 1980 sonrası dünyada “kemer sıkma” politikaları olarak dayatılan neo-liberal politikalar, insanların parasız eğitim, konut, parasız sağlık, emeklilik, işsizlik sigortası gibi sosyal haklarını birer birer ellerinden alırken, bu dizilerin verdiği mesaj budur: Susun ve Boyun Eğin!
Çoğu ülkedeki milyonların katıldığı toplumsal hareketlerle kazanılan sosyal hakların, tüm dünyada ve ülkemizde birer birer ellerimizden alınmasına karşı yeni toplumsal hareketlerin oluşmama nedenlerinden biri medya yoluyla aşılanan bu pasifleştirici mesajlardır.
chlorotoxin 24.05.2008
(c) Bu eserin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Eserin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.